28 Şubat 2011 Pazartesi

KEYİFLİ BİR PAZAR:)

  Çok güzel bir pazar günüydü. Dostlarla içilen sıcacık çaylar, kahveler, yanında da bol sohbet (çocukların izin verdiği sürede tabi:)
Çok arkadaşım, dostum yoktur benim. Herkesi öyle kolay hayatıma alıp birşeylerimi paylaşamam. Hele evim, çoğumuzun olduğu gibi, evim özeldir, kutsaldır. Sadece dostlarım gelir, ailemi tanır. Yaklaşık 1 yıldır sanal dünyadan arkadaşlarım var. Yüzyüze görüşmediğim, seslerini duymadığım, yanlızca ekrandaki yazılardan birbirimizi tanıdığımız..... Dün onlardan 3 aile evime davetliydi. Hiç tereddüt etmeden, yazılarında bile o samimiyeti, sıcaklığı hissettiğim 3 aile.
İlk önce Sevgili Seda, eşi Hasan bey ve yakışıklı oğluşları Kerem geldi. Üstelik Seda'nın evi bizim eve uzak olduğundan, en son gelebiliriz dedikleri halde, ilk onlar geldi:)
 Kısa süre sonra deli-dolu Ferda, eşi Cüneyt bey ve cilveli kızları Naz:) Naz'ın bıcır bıcır sesi sokakta yankılanıyordu ''bişş geyydiiikkk'':)))))))
En son, assolistimiz Hülya, eşi Hakan bey, ve asil mi asil Öykücük.... Ferda ve Seda'yla daha önce tanışmıştık ama Hülya'yla ilk kez yüzyüze karşılaşacaktık. Ferda camdan görmüş, ''Geldiler'' dedi. Kapıyı açtım, karşımda 40 yıldır tanıdığım bir arkadaşım varmış gibi:) Hülyada da aynı tepki:) İşin ilginci, Ferda ve Seda'yla da ilk karşılaşmamızda daha önceden tanışıyor gibiydik:) Öykü kuzusu yolda uyuyakalmış, onu Zeynep Duru'nun yatağına yatırıp, geçtik kahvaltı masasına. Ve gelsin çaylar, başlasın muhabbet.............
Yedik, içtik, güldük, eğlendik. Dostlarımızı ağırlamaktan çok büyük keyif aldık eşim ve ben. Tabiki kızımız da:) Her ne kadar önceleri Naz'la oyuncak kavgasına girse de, en son çamaşır sepetini güle oynaya beraber taşıdıklarını gördüm:) Herkes gittikten sonra uzun süre camın önünde ''Naşş, Öytüü, abii'' diye diye bekledi, belki geri dönerler diye:) Kısacası biz ailece, süper bir pazar günü geçirdik. Gelen büütün dostlarımıza çok teşekkürler, ayağınıza sağlık...
NOT: Ferda'nın kocası hayatta yaşlanmaz, Ferda gibi eşi olunca insanın:) Seda ve Hülya, ağır abla olarak, Ferda ve beni dengelediler:) Hepsinin eşleri de çok beyefendi, tam bir aile babası gibiydi. Bebelerse tam yemelik tabikiiiiiii:)))))))))

26 Şubat 2011 Cumartesi

ÇOK ÇOK GECİKMİŞ BİR POST..... (doğum hikayem)

Kavrulan bir Ankara yazının ağustos ayının 2. günü... Hayatımın anlamı, biricik kocamla tanıştık. Bir süre flörtten sonra evlilik, ama 2 yıl çocuk düşünmeme gibi bir şart.
Tabi bu şartı ben koydum. Çünkü kendimi hiç ANNE gibi düşünemiyordum. Eşim ''hele bir evlenelim, sen de isteyeceksin, gör bak'' dediğinde 2 yıl çocuk falan yookkk demiştim.
Evlendikten 1 ay sonra, hadi çocuk yapalım demeye başladım:) Çok şanslıydık hemen hamile kaldım. İlk bebek, ilk yeğen, ilk torun... Bütün sülalede bayram havası:)
8 haftalık oldu bebeğim, kalp atışlarını duymaya gidiyoruz. O da ne? Doktorun yüzünde garip bi ifade! Bebeğin kalp atışları 10 gün önce durmuş, ölmüş bu bebek!! Nee? nasıl yani? niye ben? gibi sorular beynimde dolanıyor. Hemen almalıyız diyor doktor. Hayır diyorum bebeğim yaşıyor!
Hemen başka bir doktora gidiyoruz. Aynı cevap: bebek yaşamıyor:(( Dünya başıma yıkıldı sandım, mahvoldum. Ertesi gün aldılar bebeğimi. 3 ay hamile kalmak yasak dediler. 3 asır gibiydi beklediğimiz zaman. Sonraa yine hemen hamile kaldım:) 3 haftalık hamileyken öğrendim bebeğimi. Yine bütün aile sevinçten havaya uçuyor.
Annem dediki; keşke kalp atışını duyduktan sonra bana haber verseydiniz, böyle beklemek beni mahvediyor. Hayır diyorum anneme, hayır 2. kez benim başıma gelmiycek bu olay, bebeğimi bu kez kaybetmeyeceğim...
Ertesi gün hafif bir kanama, doktor kontrolü, sonuç: biyokimyasal düşük!!
Aman Allahım bu bir kabus olmalı diyorum, kabullenemiyorum. 1 ay sonra tekrar deniyoruz, yine hamileyim. Bu kez kimseye söylemeyelim diyoruz eşimle.
27 KASIM 2008 minicik bir kalp atıyor ekranda. Mutluluktan ağlıyoruz eşimle:) Hala temkinliyiz söylemiycez kimseye. Bu arada ben mide bulantısından, kusmaktan öleceğim nerdeyse. Herşeyden midem bulanıyor. Annem, Ezgi hamilemisin yoksa diyor, ben anlamasın diye, yoo yeni test yaptım değilim, midemi üşütmüşüm diyorum.
1 hafta sonra yine doktor kontrolündeyiz. Doktorum BU BEBEĞE ARTIK HİÇ BİRŞEY OLMAZ diyor:) Havalara uçuyoruz eşimle. Tabi koşa koşa anneme gidiyoruz. (Bebek şeklinde çikolatalar alıp, kutunun üzerine ultrason resmini koyduk. Dili tutuldu kadının konuşamadı:)
İlk 3 ay kabus gibiydi. Sürekli kilo kaybediyordum kustuğum için. Hatta bir ara BEN ARTIK BU HAMİLELİĞE DEVAM EDEMİYCEM falan demişliğim bile var:)
Sonraki 6 ay güle oynaya geçen hamileliğimin sonunda, normal doğum ısrarlarım sonucunda, sabaha kadar sancı çektim. Yetmedi suni sancı verdiler, ama ı ıh açılma yok. Sezeryan diyorlar, ben sancılar arasında bağırarak HAYIIRR, BEN NORMAL DOĞURUCAAMM diyorum:)
Sonuç: karnımda kakasını yapan kızımı sezeryanla aldılar:) Pespembe dudaklı, bembeyaz bir kız çocuğu. Dupduru besberrak. Adı da kendi gibi ZEYNEP DURU...
Artık anneyim, ANNE EZGİ:) kulağa ne hoş geliyor. Allah isteyen herkesin isminin başında ANNE kelimesinin yazmasını nasip etsin inşallah...
Zeynep Duru'ma NOT: Annecim, bu yazıyı yazarken çok düşündüm. Sen bunları okuyunca üzülür müsün, silsem mi acaba, senden önce yaşananları bilmesenmi ki diye... Sen sakın üzülme bebeğim. Çünkü biz babanla bu konuda yeteri kadar üzüldük. Artık dünyanın en mutlu insanlarıyız. Sen varsın yanımızda, sana sahibiz. Bunlar geçmişte kalan bir anı artık. Yaşanmış, geçmiş bitmiş bir anı.......

ANNEANNE-DEDE AŞKI....



Zeynep Duru benim ailemde ilk torun, ilk yeğen. (baba tarafı kalabalık) Üstelik şu an itibariyle bir kardeşi ya da kuzeni olmadığından ''tek'' ünvanına da sahip:) İşte bu ''ilk'' ve ''tek'' olma durumları bazen beni geriyor. Ne zaman anneanne ve dedenin evine gitse, en yüksek seviyede şımarıklıkla dönüyor. Her dediği yapılıyor, her istediği eline veriliyor(özellikle dedesinin cep telefonu, kumandalar, araba anahtarı) Haliyle eve geldiğinde de aynı ihtimamı bekliyor hanfendi. Daha küçücük bebekken, dayısı(Burak) sabaha kadar işyerinde nöbet tutar, işten çıkınca doooğru yeğeninin yanına gelirdi. Teyzesi (Tutku) meşhur ''Kukku'' hergün arar, hafta sonları görmeye gelir. Dedesi nerdeyse hergün uğrar görmek için... Benim 19 aylık kızım, bu ilginin ve sevginin öyle farkında ki; nasıl kullanıyor bir bilseniz.
Bu haftaki buluşmada, dedeye yeni bir Kaaayu aldırdı, bütün oyuncaklara saldırdı, dedesi nerdeyse istediği bütün oyuncakları alıyordu da, zar zor ikna ettim ikisini de:)
Anneannesinin yaptığı bütün yemeklere bayılır. Aynısını ben yapsam yemez. Gece uyanıp ''kukkummm, dedemmm, nannanemmm diye sayıklar. Her cümlesinde mutlaka onların ismi de geçer. Eeee çocuk da olsa anlıyor, kimin onu sevip değer verdiğini..........

AŞK..... YENİDEN.....

İnsan birine hergün yeniden, tekrar tekrar aşık olabilir mi? Olabilirmiş.... Ben kızıma, canımın taaa içine, ciğerimin köşesine, hergün yeni bir aşkla bağlanıyorum.
Bugün tepeden toplanmış saçlarından, minik bir bukle, küçücük lüle lüle bir saç tutamı kurtulmuş, yanağından aşağı süzülmüş. Öldüm o bukleye. Bittim,eridim. Hemen aldım fotoğraf makinesini, ölümsüzleştirdim yanaktaki bukleyi. Ben resmini çekerken, o da teyzesi Kukku'ya(Tutku)  şen kahkahalar atıyordu:)
Bir bukle, bir tutam saç beni benden alan. Babasına gösterdim, gülümsedi. Ama öyle bir gülümsedi ki, içinden birşeyler kopup geldi, içi içine sığmadı. Anlarım o bakışı, o gülümsemesini sevgilimin:)
Şiir yazardım eskiden, iddialıyımdır o konuda:) Kızımın buklelerine de yazmak istedim, olmadı. Ne yazsam eksik, yavan, yarım kaldı. Bir bukle, beni benden aldı...........
Not: Fotoğraflarda çok belli değil o hınzır buklemiz ama kurtulmuş işte tepeden toplanan at kuyruğumuzdan:)

21 Şubat 2011 Pazartesi

EVDE OYUN HAMURU YAPIMI.

Kızım haftanın 3 günü kreşe gidiyor. Geri kalan 4 gün evde ve sürekli birşeylerle oyalanmak istiyor. Ben de bu durumda onun ilgisini çekebilecek oyunlar, aktiviteler üretmeye çalışıyorum. Bu seferki aktivitemiz oyun hamuruyla oynamaktı. Ancak benim kızım, doğduğundan beri herşeyi ağzına attığı için, hamurun evde yapılması gerekiyordu. 30 yıllık hayatımda hiç hamur yoğurmamış, nasıl yapıldığını bile bilmeyen ben, söz konusu kızım olunca, girdim mutfağa. Göz kararı unu kaseye boşaltıp, üzerine kıvama gelinceye kadar su ekledim. Enteresan bir şekilde, ilk denememde tututurdum:) Sonra yıkanınca çıkan boyalarla hamuru kızımın önüne koydum, yere de caillou halımızı tabiki:) Zeynep Duru önce korktu, eline almak istemedi böyle yumuşak birşeyi. Sonra alıştı, boyadı, şekilden şekile soktu. Düşündüğümden daha çok ilgisini çekti.

Bugün kreş günüydü, yarın yine evde. Bakalım anne aklımla, nasıl bir aktivite uydurup, yarını güzel geçirtip eğlendireceğim kızımı....

HALT ETMİŞİM!




3 ay önceki düşüncelerimden.......
Yazıyorum, öylesine, içimden geldiği gibi...
Kendimi sorguluyorum. Hayatı, anneliğimi,EŞliğimi.... Çok zor anne oldum ben. Kolay hamile kalıyordum, ancak bebeklerim benimle kalmıyordu. Sonunda miniğim bizi seçti ve Allahıma şükürler olsun ki, sağsalim dünyaya geldi. Çok şaşkındık eşimle, acemiydik. Nasıl tutulur, nasıl giydirilir, nasıl uyutulur, hiç bilmiyorduk, çoğu anne-baba gibi.
İlk aylar saat kurup her 2 saatte bir emzirdim. Uykusuzluktan zombiye dönmüştük:) Yardımcımız, destekçimiz yoktu, sadece aşkım, ben ve minik kızımız, üçümüz vardık, kocaman evimizde.
Günler geçti, ek gıdaya başladık:) Neredeyse 1 yıl  boyunca her öğlen, her öğün, farklı bir sebze çorbası yaptım kızıma. Hiç bir yemeği 2. bir öğün yedirmedim. HALT etmişim! Her gün tahılını, proteinini, karbonhidratını mutlaka alsın diye günde 3 çeşit yemek yaptım, HALT etmişim! Kimselere, kendi anneme bile bırakamadım kızımı, birkaç saatliğine bile olsa. HALT etmişim!
Neden? Çocuk aynı yemeği 2 öğün de yese olurmuş, mercimek de et yerine geçebilirmiş, ıspanak yemedi diye vicdan azabı duyulmasa da olurmuş, çocuk anneanne ve dedesinde de kalabilirmiş!!!
Çünkü ben bunlarla kafayı yerken, hem kendimi hem eşimi ihmal etmişim. Fiziken iyi görünsem de, ruhumu yıpratmışım, çok zorlamışım kendimi. İşte bundandır anneliğimi ve EŞliğimi sorgulamam...
15. ayla birlikte yeni şeyler kattım anneliğime. Daha relaxım artık, daha geniş:) Ve daha iligili bir EŞim artık:) Gelecek hafta sonu kızımı anneannesine bırakıp, eşimle New Castle'a gidip sabaha kadar içip sarhoş olucaz:) Sonraki haftalarda da 2 gün Ağva kaçamağı... Yeniden SEVGİLİ olduk biz, 15 ay sonra:))))))))))
Bu yazının üzerinden 3 ay geçti ve yazdıklarımın hatta yazmadıklarımın hepsini yaptım:) Bıraktık kızımızı annemlere, hafta sonunu ayırdık kendimize. Ağva için soğuk henüz ama, biz Ankara'da müthiş bir haftasonu geçirdik sevgilimle:) Yedik, içtik, sarhoş olduk:) Birbirimize yeniden aşık olmadık, aşkımızı perçinledik.....

20 Şubat 2011 Pazar

MiM:)

Bu eğlenceli ''mim'' sevgili arkadaşım Serap'dan (çocukça yaşamak) gelmiş. Buyrun okuyun...


1.Gün içinde, eğer gerçekleşirse şok geçireceğin şey?
(Bilet alıyor olsaydım,) büyük ikramiyeyi kazanmak olabilirdi.
2.Gördüğün zaman, eğer almazsam uyuyamam dediğin şey?
Kesinlikle ayakkabı
3.Uğruna diyetini bir kalemde bozduğun şey?
Hiç diyet yapmadım ama, gecenin bi vakti bile olsa, çikolatalı pastaya hayır diyemem
4.Uğurun var mı, uğurun?
Cık
5.Kendine en yakıştırdığın renk?
Siyah ve beyaz
6.En sevdiğin takın?
Alyansım
7.Takıntın?
Kara kedi ve el yıkama hastalığım
8.Bavulum çoktan hazır, gitmek istediğim şehir, ülke?
Dubai, Dubai, Dubai... çünkü sıcak:)
9.Ben bu şarkıyı duyunca şakırım?
Son zamanlarda ''Tarkan- işim olmaz''
10.Solunda ne var
Eşim:)

19 Şubat 2011 Cumartesi

Cemre düşsün havaya, başlayalım oynamaya:)

Baharın müjdecisi olan Cemre, yarın havaya düşüyormuş. Sonra suya, sonra da toprağa düşecekmiş. Bu benim için kış bitti demek. Karanlık havalar, yağmurlar, hepsinden önemlisi soğuklar bitti demek:) Kışı hiç sevmem ben. Soğuğu, kasveti sevmem. Hep aydınlık olsun, hep sıcak olsun hava. Yaz çocuğuyum ben, mayıs ayının 4'ünde, güneşli ve ılık bir günde doğmuşum. Bu yüzden hep sıcak olsun isterim, yaşadığım yer. Hiç kış olmasın, kat kat lahana gibi giyinmeyelim. Uçuş uçuş elbiseler, parmak arası terliklerle yaşayalım hayatı. Bir tshirt, bir jean yetsin, arkadaşlarla buluşmaya giderken. Açık havada, mis gibi ıslak çimen kokusunu içime çeke çeke içeyim kahvemi. Evimin bütün pencereleri açık olsun, ışık dolsun, enerji dolsun yuvama.
Sonra tatil.... Ayaklarım yansın kumsalda, buzz gibi denizde kendime geleyim. Güneş tenimi boyasın, içimdeki bütün huzursuzluğu alsın götürsün meltem esintisi. Kızım parkta oynasın, salıncağa binsin. Çıplak ayaklarıyla kaydıraktan ters çıkmaya çalışsın, üzerinde bir şort, bir tshirt:)
Bütün bunları bana yazdırandır işte ''cemre''. Düşsün artık yarın havaya, 7 gün sonra suya, 7 gün sonra da toprağa. Ben de bir oh çekeyim, yaz çocuğu olarak. ''Oh be, yaz geldi. Yeniden beni ısıtmaya, ruhumu tazelemeye''...........

Çocuk bu, sağı solu belli olmuyor:) :(

Kocanı ve çocuğunu övmeyeceksin, bir gün gelir, rezil eder seni derler..... Kocamı da övmem çocuğumu da (çocuğumu şimdilik:P ) Ama ne zaman yaptığı iyi birşeyden bahsetsem, kızım tam tersini yapıyor:(
Yemeğini sorunsuz yer. (Çocuk o gün ağzına tek lokma koymaz)
Hiç sorun çıkarmadan uyur (sabaha kadar uyumaz, bizi delirtir)
Hayatta ağzına sürmez o yemeği (tabağı siler süpürür)
O yemeğe bayılııırrrr (Kendimi paralarım, tek lokma yemez) vs, vs, vs diye uzar gider bu liste. Bugün yine aynı böyle bir durum yaşadık. Genelde cumartesi günleri, 365 alışveriş merkezine götürüyoruz Zeynep'i. Boyama yapıyor, oyunlar oynuyor.... Bugün Şelale ve Altan çifti de, oğulları Tuna kuzusuyla bize katıldılar. Ben Şelale'ye öyle güzel anlatıyorum ki telefonda; Zeynep şöyle oyalanır, bizi hiç rahatsız etmez, kendi kendine oynar, boyama yapar, Tuna'yı mutlaka getirin falan diye. Neyse, biz onlardan önce gittik ve koyduk Zeynep'i oyun alanına. Ama ne mümkün! Bizim kız girmiycem diye inat ediyor. Sadece bu olsa. Hiç yapmadığı birşeyi yapıp, elimden tutup ''sen de gel'' demek istiyor, ağlıyor, boya kalemlerini fırlatıyor. Kabus gibiydi yani. Sonra Şelale'ler geldi, ve yapmaz, etmez denen Tunacık, oyun alanında kendi başına 1 saat oyalandı:) Şelale ve Altan şok tabi:) Çocuklar, o an sanki kişiliklerini değiş tokuş ettiler. Tabi Tuna'mın diğer çocuklarla bir arada eğlenmesi hepimizi çok mutlu etti, o da ayrı:)
Bu arada bizim KIZ esas OĞLANı sıkıştırıp öpmeyi ihmal etmedi :D Tuna kaçıyor, Zeynep kovalıyor öpücem diye:) Çocuğun zorla elinden tutup sürüklüyor falan... Koptuk resmen:) Şimdi Şelale ABLAMIZDAN fotoları bekliyoruz buraya eklemek için......
Not: Yukarda anlatıldığı üzere, çocukların ne zaman nerde ne yapacağı hiiiççç belli olmuyor.....


Zeynep Tuna'yı çekiştirirken:)


14 Şubat 2011 Pazartesi

Yazmazsam olmaz: sevgililer günü:)

.Çoğunluğun aksine, ben severim özel günleri. Doğum günleri, anneler günü, babalar günü, sevgililer günü.... Herkes sanki her gün sevdiğine, annesine, babasına sevgisini gösteriyormuş gibi, bir de bu özel günlere laf ederler.. Kim ne derse desin ben önemsiyorum bu günleri.
Arada sırada unutsa da ''ya ne gerek var kutlamaya, ben seni zaten seviyorum'' falan gibi klasik cümlelerle bu günleri geçiştirmeyen bir sevgilim (kocam) var neyseki benim. Ha yeri gelmişken, ben de kocasına sevgilim diyen gruptanım:)
Bizim evlilik yıldönümümüzle sevgililer günü arasında 5 gün var. Genelde birleştirip kutluyoruz. Kutluyoruz derken, öyle havai fişekler, balonlar, eğlenceler anlamında değil. Sevgilimin bana sarılıp kulağıma beni sevdiğini fısıldaması, belki bir çiçek.... Bizim kutlama anlayışımız bu. Genelde de bir akşam yemeği işte. Maksat, günün anlam ve ehemmiyetini es geçmemek:) Ama illaki kutlamak!
Bu sene 5. sevgililer günümüzü kutladık aşkımla. Darısı 55. sevgililer gününe........

11 Şubat 2011 Cuma

Hediye almalı da, hepsini vermeli mi??

Hepimiz çocuğumuza hediye almayı severiz. Hele hele, onun gelişimine katkıda bulunacak, onu biraz da olsa oyalayacak bir hediyeyse bu, değilmesin keyfimize:) Biz de Zeynep Duru'ya hediye almayı çok seviyoruz. Çocuk bir de ilk torun, ilk yeğen ise, hediye olayı kendini aşıyor!
Yılbaşından birkaç gün önce, eşimle Zeynep Duru'ya ne hediye alsak diye konuşurken, eşim ''ben kendim seçeceğim hediyeyi. Sen de kendi adına al bir hediye'' dedi. Benim çok düşünmeme gerek yoktu. Zira uzun süredir aklımdaydı, dans eden Caillou almak. Ancak yılbaşı günü telaşesiyle, unuttum hediyeyi:(  Neyseki babası çok güzel bir hediye almış da (saklambaç oynayan jojo)  çocuk hediyesiz kalmadı ailesi tarafından:) Herkes hediyesini verdi, yeni yıla girildi. Ama ben hala bir yeni yıl hediyesi borçluydum kızıma. Birkaç gün sonra, gittim Kaayu'yu aldım, eve geldim. Biraz sonra kapı çaldı ve elinde kcaman bir hediye paketiyle, kargo görevlisi kapıdaydı. Meğer İzmir'den canım arkadaşım Serap ve güzel kızı Asya da Zeynep'e hediye göndermiş:)) Hem de masal anlatan bir bebek. Üstelik kitap hediyesiyle birlikte. Tekrar teşekkür ediyoruz güzel anne-kıza...Böylece oldu mu 2 adet hediye. Derken eşim eve geldi, elinde hediye paketleriyle! Hem de devasa boyutlarda 2 kutu...
Durum böyle olunca, ben dedim ki ''her hafta 1 hediye verelim, sıkılmasın oyuncaklarından'' Eşim de ''birşey olmaz, değişik değişik oynar''dedi, ikna edemedim tabi.Zeynep kreşten gelip de hediyeleri görünce, çıldırdı resmen:) Ama bana kalsa, 1 hafta arayla verirdim hediyelerini. Yanlış mı düşünüyorum??
Not: Aşağıdaki fotoda görülen tüm hediyelerin aynı anda verilmesinden bahsediyorum şikayetimde:) Benim aldığım Kaayuu, Serap ve Asya'mın aldığı bebek, eşimin aldığı masa-sandalye takımı, mikrofon seti, saç bandı ve tokalar..

Nerden çıktı bu kel oğlan???

Bu aralar evimizde bir keloğlan dolaşıyor. Her yerde, evin her yerinde ama! Yastık, yorgan, battaniye, eşofmanlar, kumbara.... Her şeyin üstünde bu kel oğlanın resmi var. Evet, anladınız; Caillou'dan bahsediyorum:) Bizim kız hastası bu çizgi film kahramanının. Bayramda Diyarbakır'a gittiğimizde kuzeninde görmüştü ilk. Kuzeni Arda 4 yaşında bir erkek çocuk. Dedik ki, kız çocuğunun pek ilgisini çekmez herhalde. Düşündüğümüz gibi, Zeynep Duru pek ilgilenmedi. Tabi o zaman daha 14 aylık olmasının etkisi de var ilgilenmeyişinde. Neyse, döndük Ankara'ya geldik. Bir gün bir oyuncakçıda, dans eden Kaayu (Zeynepçe:) görmüş, onun gibi ayaklarını yere vurup dans ediyor bizim kuzu:) Babasıyla, yılbaşı hediyesi olarak alalım dedik. (Ben yılbaşında almayı unutunca, birkaç gün sonra aldım tabi:) Eve gelip de dans eden Kaayuyu görünce nasıl heyecanlandığını anlatamam:) Sonra çizgi filmini keşfetti, sonra kıyafetler, Kaayu battaniyesi, Kaayu kumbarası derken, evin her yerinde bu ''kel'' oğlan çocuğunu görür olduk:)
Genelde t.v. izlemez, sevmez Zeynep Duru. Ama pc'de ve televizyonda ille de Kaayu açık kalacak, o da sesini duyacak. Yani bu aralar evimizin arka plan şarkısı bu, emir büyük yerden:)
I'm just a kid who's four
Each day I grow some more
I like exploring
I'm Caillou.

So many things to do
Each day is something new
I'll share them with you
I'm Caillou.
My world is turning
Changing each day
With Mommy and Daddy
And finding my way!
Growing up is not so tough
Except when I've had enough
But there's lots of fun stuff
I'm Caillou.
Caillou, Caillou, I'm Caillou...
That's me!

''Aşk tesadüfleri sever'' miş,...

Tam 2 yıl sonra sinemaya gittik aşkımla:) 2 yıl! Kızımız doğmadan birkaç ay önce gitmişiz en son. Hangi filme gittiğimizi bile hatırlamıyoruz:) Annemler bizde kaldığından, hadi dedik başbaşa sinemaya gidelim. Uyuttuk yavrumuzu, anneanne ve teyzesine emanet ettik, vurduk kendimizi yollara. Bir Ankara aşığı olarak, Ankara'da çekilmiş bir filmi izleyecek olmak sevincimi ikiye katladı. Çünkü benim sevgili kocam Türk filmlerinden pek hoşlanmıyor. Eminim sırf ben istedim diye kabul etti bu filmi izlemeyi. Ancak, film bittiğinde yüzündeki ifadeden anladım çok beğendiğini, kendi de itiraf etti zaten. Çok iyiydi dedi hatta:) Uzun süredir böyle akıcı, ''bip''siz, küfürsüz, açık saçık sahneler olmayan bir türk filmi izlememiştim. Süper olmuş. Emeği geçen herkesin ellerine sağlık....

9 Şubat 2011 Çarşamba

Yıldönümümüz

Bugün beraberliğimizin 5, evliliğimizin 3. yılı geride kaldı:) Birbirimize en güzel hediyemiz tabiki yavrumuz, birtanecik kızımız ama, bu hediyeyle birlikte kocaman bir buket gül de hiç fena olmadı:) Söyleyecek, yazacak çok şey var ama, kızımızın özel alanı burası. Daha fazla işkal etmeyelim :P

7 Şubat 2011 Pazartesi

Alışveriş (ya da veriş ama alamayış)



Zeynep Duru'yla market alışverişine çıktık akşam. Her seferinde kriz yaşamamıza rağmen, sırf o eğleniyor ve güzel zaman geçiriyor diye birlikte gidiyoruz. Sonuç hep aynı ama. Pusetinden atlamak isteyen bir çocuk, o sırada elini atıp yetişebildiği ve yerlere fırlattıklarını toparlamaya çalışan bir baba, market arabasını zaptetmeye çalışan çıldırmak üzere olan bir anne.... Bu kez pusetini almadık, koyduk hanımefendiyi market arabasına. Önce bir sevindi, değişik geldi market arabası. Uslu uslu oturdu birkaç dakika. Sonra ayağa kalkmak istedi, arabadaki ürünleri yere fırlattı. Ben de sırf oyalansın diye o sırada oyuncak reyonundan elime geçen ilk oyuncağı verip, yerine oturttum. Bizimki bir başladı oyuncakla oynamaya! Neymiş bakiym eline verdiğim ve bu kadar dikkatini çeken oyuncak diye eğildim ki, ''uyku arkadaşı''. Küçükken yüzüne bakmadığı oyuncakların bir benzeri olan bu oyuncağa bayıldı. Sarılıyor, müziğinde kendinden geçiyor.... Aman Allahım, inanamadım. Eşimle acaba alsak mı, falan diye düşünürken, bizim bücür 'odo'' ları görünce, oyuncaktan hevesi kaçtı (odo=yoğurt:) Bu yoğurt konusunu birdahaki postta detaylıca yazacağım. Neyse, tabi bu kez yoğurtları elinden alabilmek için yeni bir rüşvete ihtiyacımız vardı. Çünkü tontişin en sevdiği şey, yoğurt patlatmak ve üstünü başını batırmak:) Bu kez, diş fırçalarını gördü, aç, aç diye tutturdu. Mecburen yoğurtları kurtarmak için açtık, verdik eline. Ondan da tam hevesi kaçacakken, kasaya zor attık kendimizi:) İşin özeti; bizim alışverişler, hep ''veriş ama alamayış'' a dönüşüyor:))))

5 Şubat 2011 Cumartesi

İLK YÜZ BOYAMA DENEYİMİ

Ankara Çankaya'daki 365 Migros alışveriş merkezinde, her cumartesi çocuklar için etkinlikler oluyor. Biz de Zeynep Duru'yu götürüyoruz. Hem o enerjisini atıyor, hem de biz onu böyle keyifli görünce mutlu oluyoruz:)
Bu öğlen yine oradaydık. Ancak bu kez etkinlikte yüz boyama da vardı. Zeynep Duru her zamanki gibi yine kendine bir sandalye seçti ve başladı boya kalemleriyle karalama yapmaya. O sırada biraz ilerde bir abla, çocukların yüzünü boyuyordu. Biz hem 18 aylık olmasından hem de asla ve asla orada öyle sessizce oturup yüzünün boyanmasına izin vermeyeceğini düşündüğümüzden, aklımızdan bile geçirmedik yüzünü boyatmayı. Birkaç dakika sonra, Zeynep Duru hipnotize olmuş gibi, yüzü boyanan çocukları izlemeye başladı. Ben de öylesine sordum, ''senin yüüzünü de boyasınlar mı annecim?'' Hı hı demez mi bizimki! Babasıyla gözgöze gelip birbirimize gülümsedik ve oturttuk sandalyeye. Benim kızım, sanki 40 yıldır yüzünü boyatıyormuş gibi, hiç sesini çıkarmadan işlemin bitmesini bekledi. Daha sonra boyayan abla, aynada boyanmış yüzünü gösterince, ellerini çırpıp öyle bir sevindi ki, hayret ettik:) Çok güzel bir kedi oldu benim miniğim. Bizim için de, yeni bir tecrübe:) Büyüyor bizim bebeğimiz............

4 Şubat 2011 Cuma

İNİYORUZZZZ, ÇIKIYORUUZZZZ.......

Kızım artık merdivenlerden kendi başına inip çıkıyor:) Bir süre önce anneannesinin evinin yakınlarındaki parka gitmiştik. Ben kaydırağın başındaki Zeynep Duru'nun resmini çekmeye çalışırken, o emin ve kararlı adımlarla, ayağını ilk basamağa attı:) Heyecandan ne yapacağımı bilemedim. Tutsam mı, düşer mi, yoksa doğal sürece müdahale etmesem de kendi başına merdiven inip çıkmayı öğrense mi, diye düşünürken bizimki yolu yarılamıştı:) Teyzesi hemen arkasında, olası bir aksiliğe karşı bekliyordu tabi. Kuzum en tepeye çıktığında ''hadi annecim şimdi iniyoruz'' deyip onu kucaklamak için kollarımı açtığımda ''aayıy'' diyerek geri geri inmeye başladı:) Ben bir taraftan kameraya çekiyor bir taraftan heyecandan ve panikten onu tutmaya çalışıyor, bir taraftan da gülüyordum:)
Ertesi gün kreş öğretmeni arayıp ''artık merdivenleri kendi başına inip çıkabiliyor'' dediğinde ''evet, haftasonu öğrendi'' diye bir ukalalık yaptım farkında olmadan. Çünkü bizim sevgili Ayşe'miz, Zeynep Duru'nun bu yeni öğrendiği şeyi benimle paylaşmak istemiş, ben de kızın hevesini kursağında bırakmıştım:( Neyseki sonuç ikimizi de çok mutlu eden birşeydi de, gülüp geçtik:)
Sırada bizi şaşırtacak neler var bakalım..........
Not: Aşağıdaki  foto, öğretmenimizin kreşte çektiği fotodur:) Ayşeciğime haksızlık etmeyeyim diye, kendimin parkta çektiğini değil, öğretmenimizin okulda çektiğini ekledim:)

3 Şubat 2011 Perşembe

KISKANÇLIK...

Zeynep Duru 4 aydır yarı zamanlı kreşe gidiyor. Kreşimiz yeni açıldığı için ilk öğrencilerindendi. Ancak 2 ay sonra Ayşemmm dediği öğretmenini paylaşmak zorunda kaldı. Çünkü artık kendisinden 1 ay büyük Alex'in de öğretmeniydi Ayşe:) Zamanla Ayşesini Alex'le paylaşmaya alıştı, hatta Alex'e bile, fazlasıyla:)
Ancak dün rutin aramalarımdan birinde, okula yeni öğrencilerin katıldığını, 6 kişi olduklarını söyledi öğretmenimiz. Tabi bizim kız neye uğradığını şaşırmış:) Hangi biriyle başetsem acaba diye düşünüp plan yaptığından eminim:) Şaka bir tarafa, biz Zeynep Duru'yu, yeni arkadaşlar edinsin, paylaşmayı öğrensin diye gönderdik kreşe. Çocuk 14 ay boyunca sadece beni ve babasını görmekten çok sıkılmıştı. Kendi yaş grubundan çocuklarla bir arada olmasını istedik. Çok da faydasını gördük kreşin. Ancak bazen böyle ufak tefek dezavantajları da olmuyor değil:) Normalde eve gelen arkadaşlarını kıskanmaz, herşeyini paylaşır onlarla. Ancak iş öğretmenini paylaşmaya gelince, biraz değişmiş durumlar:)
Bugün durumların düzeldiğini, arkadaşlarına alıştığını söyledi öğretmeni. Çok sevindim tabiki. İnsan bir an tereddüt ediyor, bu kıskançlık kötü sonuçlar doğurur mu, içine kapanır mı, hırçınlaşır mı diye... Neyseki herşey yolunda:) Kızımın yeni arkadaşlarına hoşgeldiniz diyorum buradan.........

1 Şubat 2011 Salı

18. AYLA BİRLİKTE, AAYIY AAYIY AAYIY...

Aslında ''hayır'' demek istiyor tabi. Herşey ama herşey ''hayır'' bu günlerde.
-annecim bıcı bıcı yapalım mı? AAYIYY
-babacım nen nen yapalım mı? AAYIYY
-okula gidecek misin? AAYIYY
-kar oynayalım mı? Eller çırpılarak, baş öne arkaya sallanır ve HI HI der Zeynep Duru:)
İşte böyle bir durumdayız, 2. yaşa hazırlanırken. Tamam daha 6 ay var ama, bence Zeynep Duru kendini 2 yaşında zannedip, tam da o adı çıkmış yaş sendromuna girdi bile. Bu aralar en sık yaptığı şey, televizyonu kapatmak, aç deyince ağlamak, dokunmaması gereken şeylere illa dokunmak, herşeyi yere atıp kaçmak. Yaptıklarının yanlış olduğunu anlatmaya çalıştığımızda ise, başlıyor ağlamaya. Hani bu çocukların göz hizasına gelip, sakince konuşunca işe yarıyordu? Geçen gün babası tam da göz hizasına eğilmiş, birşey anlatırken, parmağını babasının gözüne soktu:) Nerdeyse gözü çıkıyordu adamın :D
Recai birkaç gün önce dedi ki; ''ya hani böyle dizilerde, filmlerde, altta yazıyor ya, 2 YIL SONRA falan diye, şimdi bizim evde de bir  yazı geçse  2 YIL SONRA  diye dedi, koptum gülmekten:)
Bakalım bu 18. ay  bize daha neler gösterecek..........